Grizu Riski: Gücün, İdeolojinin ve Toplumsal Düzenin Derin Çatlakları
Bir siyaset bilimci için grizu riski yalnızca maden ocaklarının karanlık tünellerinde biriken metan gazı değildir; aynı zamanda iktidarın görünmez biçimlerde biriktiği, sıkıştığı ve bir patlamayla toplumsal düzeni sarsma potansiyelini taşıyan bir metafordur. Devletin, sermayenin ve vatandaşın arasındaki güç ilişkilerini düşündüğümüzde, grizu aslında bir uyarıdır: bastırılan, denetlenmeyen ve sömürülen her enerji, bir gün patlar. Peki bu patlamanın öncesinde kim sorumludur? Kim susar, kim konuşur?
Grizu Riski Nedir? Bir Enerjiden Fazlası
Teknik tanımıyla grizu riski, kömür madenlerinde biriken metan gazının patlama tehlikesini ifade eder. Ancak siyaset bilimi açısından bakıldığında bu, yalnızca fiziksel bir tehlike değil; aynı zamanda iktidarın şeffaflıktan uzaklaştığı her alanda doğan bir sosyal risktir. Devlet kurumlarının hesap vermezliği, sermaye sahiplerinin denetimden kaçışı ve vatandaşların sessizliği, bu “siyasal grizu”yu besleyen üç temel unsurdur.
Grizu, sadece yeraltında değil, toplumun her katmanında birikir. Denetimsiz güç, tıpkı sıkışan gaz gibi; görünmezdir ama öldürücüdür. Peki devletin görevi bu enerjiyi yönetmek midir, yoksa bastırmak mı?
İktidarın Görünmez Gazı: Kurumlar ve Denetimsizlik
Kurumlar, demokratik toplumların güvenlik vanalarıdır. Ancak bu vanalar tıkandığında, grizu birikir. Maden işçisinin yaşamını tehlikeye atan koşullar, aslında devletin yönetim mekanizmalarındaki tıkanıklığın bir yansımasıdır. İktidar, güvenliği sağlamak yerine verimliliği, insan hayatı yerine üretim hızını öncelediğinde, grizu artık kaçınılmaz hale gelir.
Kurumların ideolojik sessizliği burada belirleyici olur. “Kaza” olarak adlandırılan olaylar, aslında sistematik ihmallerin sonucudur. Peki bu sessizliği kim kıracaktır? Siyaset, bilimi mi susturur, yoksa bilim mi siyaseti?
İdeoloji: Patlamanın Sessiz Hazırlığı
Her ideoloji, kendine özgü bir “güvenlik” anlayışı üretir. Neoliberal ideoloji, güvenliği maliyet hesabına indirgerken; otoriter ideoloji, eleştiriyi “tehdit” olarak görür. Bu iki eğilim birleştiğinde, grizu artık yalnızca bir maden sorunu değil, toplumsal bir rejim sorunu haline gelir.
İdeoloji, gaz dedektörlerini kapatan bir perde gibi çalışır. Yurttaşın “kader” söylemiyle susturulması, devletin “doğal afet” bahanesiyle sorumluluktan kaçması, ideolojik bir mühendislik ürünüdür. Peki vatandaşın güvenliği, neden her zaman “ekonomik büyüme”ye feda edilir?
Vatandaşlık ve Sorumluluk: Kim Patlamayı Önleyecek?
Vatandaşlık, yalnızca oy vermekle değil, hesap sormakla ilgilidir. Ancak yurttaşın siyasal bilinci, medya, eğitim ve ekonomik baskılarla daraltıldığında, toplumsal tehlikeler görünmezleşir. Grizu riski, işçinin değil, tüm toplumun ortak riskidir. Çünkü o patlama, yalnızca madenleri değil, adalet duygusunu da yerle bir eder.
Kadınların bu süreçteki katılımcı ve dayanışmacı yaklaşımları, demokratik bir alternatif sunar. Kadınların örgütlü dayanışma kültürü, güvenlik kültürünü “otoriteden” değil, “toplumdan” türetir. Erkek egemen stratejik yaklaşım ise genellikle riskleri kontrol altına almak yerine bastırma eğilimindedir. Oysa siyaset bilimi bize gösterir ki, bastırılan her enerji, sonunda patlar.
Erkek Gücü mü, Kadın Direnci mi?
Grizu riski, patriyarkal düzenin de bir aynasıdır. Erkekler çoğunlukla güç odaklı stratejilerle sorunları çözmeye çalışırken, kadınlar topluluk odaklı, katılımcı modeller geliştirir. Bu fark, yalnızca cinsiyet farkı değil, siyasal kültür farkıdır. Demokratik düzenin sürdürülebilirliği, bu iki bakışın dengelenmesine bağlıdır. Peki siyaset, kadınların dayanışmacı enerjisinden korkuyor mu?
Sonuç: Patlamayı Önlemek İçin Ne Yapmalı?
Grizu riski, sadece mühendislerin değil, siyasetçilerin, yurttaşların ve akademisyenlerin de çözmesi gereken bir meseledir. Bu riskin azaltılması, şeffaflık, hesap verebilirlik ve katılımcı vatandaşlık ilkelerine bağlıdır. Toplum, kendi “güvenlik kültürünü” yeniden inşa etmedikçe, her seçim dönemi bir başka patlama riskiyle geçecektir.
Siyaset bilimi açısından grizu, yalnızca bir gaz değil, bir metafordur: bastırılan gerçeklerin, görmezden gelinen adaletsizliklerin ve susturulan seslerin patlaması. Peki biz, o sesi duymaya hazır mıyız?